Geçen hafta Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde ‘2020'li yılları', sonunu 1929 buhranı ile biten 1920’lere benzeten bir konuşma yaptı. “1920’lerden bu yana en kötü pandemiyi, 1940’lardan bu yana Avrupa’daki en kötü çatışmayı ve 1970’lerden bu yana en kötü enerji şokunu yaşadık” dedi. Bu bozulmaların, tedarik zinciri sorunları gibi faktörlerle birleşerek küresel ekonomik faaliyeti kalıcı olarak değiştirdiğini vurguladı. Kısa bir süre önce Avrupa Merkez Bankası’nın eski başkanlarından Draghi, Avrupa Parlamentosu önünde hazırladığı raporunu anlatırken “Harekete geçmezsek ya refahımızdan ya çevremizden ya da özgürlüğümüzden ödün vermek zorunda kalacağımız bir noktaya geldik” uyarısında bulundu:
“Avrupa daha üretken olmazsa bir tercih yapmak zorunda kalacağız. Aynı anda hem yeni teknolojilerin lideri hem iklim sorumluluğunun öncüsü hem de dünya sahnesinde bağımsız bir aktör olamayız. Toplumsal modelimizi finanse edemez hale geleceğiz. Hedeflerimizin hepsini değilse bile bazılarını küçültmek zorunda kalacağız. Özetle, Avrupa Birliği yıkım riskiyle karşı karşıya.”
Dünyanın geneli ve büyük ekonomileri çalkalanırken Türkiye uzun süredir çok ciddi bir ekonomik kriz ile baş başa. Türkiye İş Bankası’nın konferansı için Türkiye’ye gelen saygın ekonomist MIT’den Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun konferans kapsamındaki sunumunu izleme ve ertesinde kısa da olsa birkaç soru sorma fırsatını buldum.
Daron Acemoğlu ve Murat Sabuncu
Acemoğlu önümüzdeki 20 yılın tüm dünyada çok çalkantılı geçeceğini söyleyerek gelişmeleri altı ana akımın etkileyeceğini söyledi: Makro ekonomideki dengesizlikler ile dünya ekonomi düzenindeki değişimler; yapay zekâ, eşitsizlik ve istihdam, yaşlanan nüfus, iklim değişikliği ve demokrasilerdeki gerileme… Acemoğlu, bu akımların bir şekilde teknoloji ile ilgili olduğunu, teknolojiye hazır olma, bununla ilgili yatırımların-hazırlıkların önemli olduğunu da söyledi.
Sunumunun bir bölümünde “Yatırımcıların önem verdiği yerler artık müttefik ve en yakındaki ülkelere olmaya başladı” dedi ve sonra ekledi: “Ama biz bu sürecin en başındayız diyorum. Niye? Çünkü şu anki olan değişimler hâlâ çok ufak değişimler. Amerika hâlâ Çin’den çok ihraç ediyor Avrupa Çin’den daha da fazla ihraç ediyor ve Amerika'nın Çin’in yerine getirdiği yerlere tedarik zincirine baktığımız zaman Endonezya, Vietnam gibi ülkeler. Küreselleşmenin niteliği değişiyor dediğim zaman aslında bunun teknolojik bir açısı var yine.”
Daron Acemoğlu ile yaptığım söyleşide ‘müttefikten ticaret tercihi’ konusunu sordum. Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın New York dönüşü gazetecilere yaptığı; “BRICS ile bir birlikteliği de hayal etmek gerektiğini, bunun NATO’ya aykırı bir şey olmadığını, karşılıklık olmadığını ve Avrupa Birliği kapısında yıllarca bekletenlerle aynı kişiler BRICS’e karşı çıkanlar” açıklamasını hatırlattım. Bunun dünyadaki yeni trendde nereye düştüğünü sordum. Şunları söyledi:
"Bunlar dünya dengelerine tehlike arz eden ülkeler"
“Benim son 10 senedir vurguladığım şu ki dünyanın gelişmekte olan ülkelerin sesine ihtiyacı var. Yapay zekânın yönü konusunda, denetlenmesi konusunda, küreselleşmenin nasıl değiştiği konusunda Türkiye'nin sesine ihtiyacı var, Meksika’nın sesine ihtiyacı var, Brezilya’nın, Endonezya’nın, Hindistan’ın. Ama ne yazık ki BRICS bunun için doğru bir organizasyon değil. Ve Türkiye buraya girmeye çalışıyor. BRICS Çin’in ve Rusya’nın elinde. Bunlar dünya dengelerine tehlike arz eden ülkeler, demokrasiye tehdit yaratan ülkeler. Özellikle Rusya. Ama aynı zamanda Çin. Yani dünya ekonomisi tabii ki Çin’e çok bağımlı. Ama Çin’in teknolojiye olan yatırımları daha çok toplumu denetleme, topluma baskı yapmak üzerine. Türkiye'nin ihtiyacı olan o değil. Hindistan’ın, Meksika’nın ihtiyacı olan o değil. Onların sesinin duyulması için BRICS doğru bir yer değil. BRICS’ten ayrı bir kurumun yaratılması lazım.”
"Demokrasi, Türkiye'nin her zamanki zayıflığı"
Acemoğlu’na sorduğum diğer sorular ve yanıtları şöyle:
- Küreselleşme ve teknolojiyle birlikte piyasa ekonomisinin iyi çalışmadığını söylüyorsunuz. Tabii buradan bildiğimiz anlamda değil ama yeni bir devletçilik modeli mi düşünmek gerekiyor? Yani onu nasıl tarif ediyorsunuz?
Ben kesinlikle piyasayı kullanarak büyümemizin gerektiğinden yüzde yüz eminim. Yani hiçbir zaman planlamaya bağlı bir büyüme mümkün değil, sağlıklı olmaz. Ama bunu söylerken de bir tek piyasa diye düşünmememiz lazım. Piyasa her şeyi doğru bulur diye bir şey yok. Ve özellikle ben ne bileyim perakende olsun, tekstil olsun öyle konularda piyasa en iyi. Ama teknolojinin yönüne gelince piyasanın sistemi çalışacak diye bir şey yok. Teknolojinin yönünü Google, Facebook, Microsoft belirliyor piyasa belirlemiyor. Bu şirketlerin liderliği var onlar belirliyorlar.
Yeni devletçilik diyeceksiniz ama devletçilik bile demek istemem. Ama yeni devlet rolü diyeceksiniz, bunun teknolojiyi destekleyen ve teknolojinin yönünü sağlıklı bir hale getiren bir devlet olması lazım. Devletin daha çok alım yapması ya da daha çok harcama yapması değil, daha akıllı bir şekilde teknolojiyi denetlemesi lazım. Tabii gerçekçi olursak belki devletin harcamalarını biraz arttıracak. Ama önemli olan bir tek kör bir şekilde devletin yatırımda bulunması değil, devletin teknolojiyle olan iç içeliğini arttıran onu doğru yere iten bir sürece ihtiyacımız var.
- Kaldı ki siz grafiklerden birinde Türkiye'nin teknolojiyle ve teknoloji ihracatıyla ilişkisini de gösterdiniz. Dünya ile karşılaştırıldığında çok altlarda. Teknoloji ile ilgili konuda treni kaçırmak üzere mi Türkiye?
Şu anda zaten bu konuda konuşmamın nedeni Türkiye'nin treni kaçırmak üzere olduğundan. Türkiye bu altı akıma hazır değil. Yapay zekâya hiç hazır değil. Yaşlanmaya hiç hiç hazır değil. Türkiye tamamen genç bir toplumdan, neredeyse Güney Kore düzeyine gelen bir toplum haline gelecek 50-60 sene içinde. Bunlara kesinlikle hazır değil. O konuda hiçbir tartışma yok, hiçbir yatırım yok ve bu da teknolojiyle ilgili. İklim. Yani iklim konusunda Türkiye'nin liderlik yapması lazım. Çünkü bu konuda birçok kaynağımız var. Hâlâ geride. Bu konulardaki yatırımların, bu konulardaki yeteneklerin arttırılmasının çok önemli olduğunu düşündüğüm için bunları vurguluyorum.
- Ve tabii demokrasi.
Tabii ki o zaten Türkiye'nin her zamanki zayıflığı.
Burada Acemoğlu’nun sunumundan demokrasi ile ilgili söylediklerinden notlarımı paylaşmak istiyorum. Şöyle dedi:
“Dünya şu anda demokrasi krizinden geçiyor. 1980’lerde 70’lerin sonundan başlayarak Samuel Huntington’ın üçüncü dalga dediği bir demokratikleşme süreci vardı. Önce Güney Avrupa'da daha sonra Amerika'da daha sonra Doğu Avrupa'da ve Asya’da olan bir süreç. Ama 2016’dan başlayarak bu tam tersine döndü. 2006’dan başlayarak her sene dünyada demokrasi daha geriye gitmiş durumda. Eğer demokrasi büyüme getirebilirse, eğer demokrasi yolsuzluğu kontrol ederse, eğer demokrasi istikrar getirebilirse ve eğer demokrasi insanların harcamalarını rahatlatan bir unsur gibi görülüyorsa demokrasiye olan destek artıyor... Ama yukarıda saydığım altı etkenden dolayı demokrasiye olan destekte büyük bir düşüş var. Şu anda Türkiye'de görüyorsunuz; gazetelerde olsun, gençlikte olsun insanların demokrasiye olan desteğinde bir sallanma var. Bu bir tek Türkiye için değil. Avrupa için de aynı şey Amerika'da da aynı şey Asya'da da aynı şey. Yani demokrasi baharı bitti demokrasi sonbaharındayız. Umarım kışına girmeyiz."
"Bunların hiçbirisi var mı Şimşek programında? Bu problemin bir parçası"
Acemoğlu’na krize sokulan Türkiye ekonomisini düze çıkarmak için göreve getirilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in programını nasıl bulduğunu soruyorum:
"Türkiye'nin teknolojiye hazırlanması, yapay zekâya hazırlanması, iklim değişikliğine, yaşlanmaya hazırlanması, dünyadaki küreselleşmenin değişimine hazırlanması lazım. Bunların hiçbirisi var mı Şimşek programında? Bir tek enflasyon, faizler. Eşitsizlik, kurumların çökmesi. Nerede bunlar? Biz bunların hiçbirine önem vermiyoruz. Bence bunlara önem vermemiz lazım ve eğer bu dönemi yine bir tek faiz arttırın, faiz düşürün söylemiyle geçirirsek bu yine treni kaçırmamız anlamına gelecek."
Soruyorum: Hukukun ve demokrasinin olmadığı yerde ekonomiyi düzeltmek mümkün mü?
"Bir süre götürülür tabii ki, şu anda zaten bu Şimşek programı o. Faizleri arttıralım, enflasyonu düşürelim, yabancı sermayeye biraz daha tatlı görünelim. Onlar Türkiye'de yatırımda bulunsunlar. Gerideki iki üç sene içinde istihdamı biraz arttırırız, ekonominin düşmesini durdururuz, tamam. Bence bu bir çözüm değil; bu problemin bir parçası.’"
"Türkiye'deki ekonomide ana vurgunun 'İşçi ücretleri nasıl arttırılır?' olması lazım"
Bir diğer kritik konu. Gelir dağılımındaki büyük uçurum-eşitsizlik. Şöyle anlatıyor:
"Eğer Türkiye'deki gelir dağılımını iyileştirmek istiyorsanız, işçileri çalışanları korumak istiyorsanız bunun iki yolu var. Biri üretkenlik artar, verimlilik artar. İkincisi onları genelde destekleyen politikalar, örneğin eğitimleri, örneğin çalışmasını, örneğin şirketler arasındaki değişimlerini, iş değiştirmelerini kolaylaştıracak politikalar geliştirilir ki ücretler artsın, istihdam artsın. Asgari ücreti arttırarak uzun süreli ücret artışı yapamazsınız. Asgari ücreti arttırarak istihdam arttıramazsınız. Popülist dediğiniz politikalar bunlarsa bunlar hiçbir işe yaramayacak… Türkiye'deki ekonomi konularındaki en ana vurgunun 'işçi ücretleri nasıl arttırılır?' olması lazım.
"Teknoloji trenini kaçırırsak, Türkiye'nin geleceği parlak olmaz"
Verimliliği nasıl arttıralım ki işçi ücretlerini arttıralım, istihdamı nasıl arttıralım? Sürekli bunlardan konuşmamız lazım. Aynı zamanda sürekliliği olan bir büyüme, sağlıklı bir büyüme olması için ücretlerin artması lazım. Ama Türkiye'deki ücret artışı ne yazık ki çok istikrarlı değil ve bunun sonucu olarak Türkiye çok eşitsiz bir ülke. Şunu yeniden vurgulamak istiyorum teknoloji trenini kaçırırsak, bahsettiğim altı akıma hazırlanmazsak bence Türkiye'nin geleceği parlak olmaz. Türkiye'nin potansiyeli çok yüksek hâlâ. Ama önünde çok kısa bir pencere var. 10 sene 15 sene. Ondan sonra yaşlanmaya başlıyoruz, ondan sonra iyice geri kalmış olacağız, ondan sonra yapay zekâ trenini kaçırmış olacağız. Bu 10-15 sene içinde doğru şeyleri yapmamız lazım.”
Bitirirken…
Türkiye İş Bankası’nın ‘Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış’ konferansı iki gün boyunca uzman isimlerin ‘slogan atmadan, yerel tartışmalarla boğulmadan’ izleyenlere ufuk açtığı bir buluşma oldu. Daron Acemoğlu’nun da altını çizdiği gibi dünya hızla siyasetten ekonomiye değişirken içerideki kısır tartışmaların yerine, birlikte umut veren bir geleceği aramak lazım. Zaten gerisi laf, boş laf…
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|